20 Nisan 2012
Hafta sonunu baba ocağında geçirdim. Rize’de baharla birlikte kızılağaçların altında muhteşem bir görüntü yaratan mormenekşeleri kokladım. İnsanın kaybolası geliyor, kızılağaçlar ve mormenekşeler arasında. Babam çocukluğumun geçtiği iki kapılı ahşap Karadeniz evini yıkıp, aynı yere betonarme bir ev yaptı. Evler yıkılıp yenisi yapılsa da o evde yaşanan anılar hâlâ aynı canlı kalabiliyor işte... Kalabalık bir aile olarak yaşadığımız o evde, sonradan eklenen bir oda vardı. Dedemle babaannemin yaşadığı oda, aynı zamanda oturma odası olarak kullanılıyordu. Duvarında büyük bir Adnan Menderes portresi asılıydı. Hemen yanında ise yine cam çerçeve içinde Menderes, Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu’nun idam sehpasındaki beyaz kefenli fotoğrafları.
Soğuk kış günlerinde soba yandığı için, ben de dedem ve babaannemle kalırdım. Gece uyandığımda karşı duvarda idam sehpasındaki o kefenli üç adamı görür ürperirdim. Korkudan bazen rüyama bile girdiği olurdu o fotoğrafın. Yine de hiçbir zaman o duvardan kaldırılmadı o fotoğraflar. Ta ki eski ev yıkılıp yenisi yapılana kadar. Dedem ile babaannemin Menderes’i, idam sehpasına giden fotoğrafını duvara asacak kadar sevmesinin nedeni basitti aslında. Onlara göre kendilerinin ve çocuklarının karnı Menderes’in iktidara gelmesi ile birlikte doymuştu. Çocuk yaşta tanıştım siyasetle, ama ailemin aksine hep hayata soldan baktım. Menderes’i idama götüren darbeyi de haklı görüyordum. Dedeme ve aileme bunu söylemesem de, bana göre özgürlüklerin yeniden kazanıldığı bir darbeydi 27 Mayıs...
Aslında sanırım benim gibi solun büyük kesimi de bu darbeyi bu şekilde gördü ve öyle baktı. Üzerimizden silindir gibi ezip geçmesine karşın 12 Eylül’ü ve apoletli darbelerin insanlığa getirdiği zulmü pek sorgulamadık. 12 Eylül zalim bir darbeydi, ezip geçmişti insanları. Sorgulanmalar yapıldı sol içerisinde ama nedense 27 Mayıs darbesi sorgulanmadı. Ne de olsa ilerici ve özgürlükleri getiren bir darbeydi. Tank paletlerini ayırmıştı sol kendi içinde “ilerici ve gerici paletler” diyerek. Asıl kırılma ise Ergenekon operasyonlarında ve sonrasında yaşandı. Bu süreçte 12 Eylül’de cezaevlerinde işkence gören, hapis yatan insanları tanıyamaz oldum. Bu kanlı cinayetleri planlayanların yargı önüne çıkarılmasına solun destek vermesi gerekiyordu hayatın doğal akışına uygun olarak. Ama öyle olmadı. Sol adına çıktığını söyleyen bir gazete “Yiyin birbirinizi” şeklinde manşetler attı. Yine bu gazete son 28 Şubat operasyonunu “Çevik 1 AKP 2” şeklinde akla ziyan bir başlıkla duyurdu okurlarına. Yargılama ve operasyon yöntemlerine karşı çıkabilir, daha adil bir yargılama isteyebilirsiniz. İstenmeli de. Ama toplum mühendisliği yapma adına kanlı cinayetleri planlamak da dâhil olmak üzere darbecilerin yargılanmasına, hâkim önüne çıkarılmasına karşı çıkmak bu süreci sulandırmak için elinden gelen her şeyi yapmak solun işi değildir. Olmamalı da...
Solun bir bölümünün darbecilere net olarak tavır koymaması beni çok şaşırtsa da bu işe şaşırmayanlar da var. 70’li yılların sol önderlerinden ve kendisi de bir örgüt kurup yönetmiş olan bir dostum bütün bu olup biteni tartıştığımız özel bir sohbette bana şöyle dedi: “Sol ya da sağ adına ne dersen de hepimiz aynı kaynaktan beslendik yıllar yılı. Bu kaynağın adı da İttihatçılıktır. Bu gelenekten gelen bir solun darbeleri kendi çıkarına göre iyi darbe- kötü darbe diye ayırması ve o darbelerin içinde yer alması son derece doğaldır. Sol içinde asıl kırılma da bu olmalı bence. Hâlâ halktan kopuk militarist bir anlayışa teslim olmak.”
Zaten bu da yaşandı 12 Eylül darbesini yargı önüne çıkaracak referanduma karşı çıkanların bu referanduma “yetmez ama evet” diyenleri nasıl işbirlikçilikle suçladıklarını hepimiz yaşadık ve gördük. “Evren yargılanamaz” diyerek “yetmez ama evetçileri” işbirlikçilikle suçlayan bu solculara soruyorum. Sahi Evren şimdi nerede yargılanıyor? CHP’yi zaten soldan saymıyorum. Yine de kendini sosyal demokrat sayan bu parti Ergenekon ve Balyoz davalarının sanıklarına verdiği desteği, harcadığı enerjiyi halk için harcasaydı şimdi ciddi bir iktidar alternatifi olurdu. Yine de bunu yaptığı için suçlayamayız CHP’yi. Adına halkçı denen bu parti halkın iktidarını değil devletin iktidarını istemiştir her zaman. Değişen bir şey yok.
Emek-sermaye çelişkilerinin daha da derinleştiğini gören birisi olarak solun dünyayı ve Türkiye’yi değiştireceğine hâlâ inanıyorum. Geçen pazar sabahı babamın aşıladığı elma ağacının yanından geçerek çam ağaçlarının altında koyun koyuna yatan dedem ile babaannemin mezarına gittim. Bir özür borcum vardı ikisine de. Okuma yazma bilmeyen bu iki güzel insan darbelerin zulümden başka bir şey getirmediğine benden çok önce tanık olmuşlardı. O yüzden asılmıştı duvara o kefenli fotoğraflar. Benim görmem için üzerimden birkaç tank paletinin geçmesi gerekiyordu. O da oldu nitekim...
19 Mayıs 2012 Cumartesi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder