13 Nisan 2012
İlkeli bir adamım ben. 45 yılda bir Amerika’ya giderim. İlki geçen hafta oldu. Kısmetse bir 45 yıl sonra bekle beni Amerika. Kısa süren Amerika seyahati yazısına sondan başlamak istiyorum öncelikle. Uçak John F. Kennedy Havaalanı’ndan havalandıktan 10 saat sonra tekerleklerini Atatürk Havalimanı’na değdirdiğinde beş günlük geziden sonra bile özlediğimi fark ettim İstanbul’u. Bir an önce pasaport kontrolünden geçip, dışarı çıkmak istiyordum, uçakta bulunan diğer yolcular gibi... Pasaport kontrolünden geçtikten sonra bavulları beklemeye gittik. Yarım saatten sonra bagajlar gelmeye başladı. Fakat işte bir tuhaflık vardı azar azar geliyorlardı. Bir saat olduğunda yolcuların yarısından fazlası hâlâ bekliyordu, dönen paletin başında ne gelen vardı ne giden. Yolcuların isyanı üzerine ilk THY yetkilisi yanımıza geldi. Birkaç telsiz görüşmesi yapsa da sorun ancak yarım saat sonra çözülebildi ve biz bavullarımızı alıp, dışarı çıkabildik. Siz istediğiniz kadar “globally yours” diye dünya çapında sloganlar üretin, küçük ama önemli şeyleri atladığınızda bir şeyleri yanlış yapıyorsunuz demektir. Uçağa bindiğimde Taraf gazetesi istedim, “kalmadı” cevabı verildi. İnat ettim, bütün uçağı dolaştım. Hiç kimsenin elinde göremedim. Madem o kadar değerli, gazete bulunamıyor bari uçağın girişinde, camekânda numune olarak sergileyin de herkes bir nebze faydalansın. Benim gibi okuyan insanlar da çıkabilir sizce okunmayan gazeteyi! Tek dert elmadan bir ısırık almak New York’a neden “Büyük Elma” dendiğini sokaklarında gezerken anladım. Herkes o büyük elmadan küçük bir pay almak için sürekli koşturmaca içindeydi. Isırığın aslan payını ise Apple almıştı çoktan. Mobil bir halde sokaklarda koşturan insanların ellerinde iPhone’lar, sürekli bir konuşma hali vardı. Gökdelenler izin vermediği için güneş ışığına sokaklar genelde loştu. Bunun farkına varan New York sakinlerini en küçük park alanında dahi kendini güneşin ışığına bırakır halde gördüm. Tabii ellerinde mobil oyuncaklarıyla oynar şekilde. New York’a ilk kez gidiyorsanız gökdelenlerin cazibesine kapılıp, ucu nereye varıyor diye sürekli yukarıya doğru bakmayın mümkünse. Dönüşte boyun ağrıları çeker fıtık olursunuz, Allah korusun. Şüphesiz Amerikalılar dünyanın en iyi pazarlamacıları, New York da bu pazarın en önemli kenti. Her şey pazarlanıyor, yeter ki elde ürün olsun. 11 yıl önce İkiz Kuleler’e yapılan ve sonrasında üç bine yakın insanın yaşamını yitirdiği saldırıyı pazarlıyor bu kent. İkiz Kuleler’in yerine yapılan tek kule göğe doğru yükseliyor. Hemen yanında ise saldırı ânını dev ekranlarda sürekli gösteren bir müze bulunuyor. Burada o ânın video kayıtları ile büyük boy posterler satılıyor. O güne dair hatıralar... Bir uçağın kuleye çarpma posterini kim alır demeyin. Hangi ruh hali bilemem ama peynir ekmek gibi satılıyor bunlar. Taksim’i yayalaştırmadan önce bir düşünün Sürekli bir trafik olsa da kimse halinden şikâyetçi değil. Sokakların kesiştiği küçük meydanlarda zaman zaman tıkanma olsa da yine de akış var. Burayı görünce Taksim’i ve İstanbul’un tek önemli meydanını arabalardan arındırma projesini düşündüm. Eminim İstanbul’u yönetenler çok kez gitmiştir New York’a. Arabalardan arındırmak yerine Taksim Meydanı’nda o trafiğin nasıl aktığını gözlemleseler daha akılcı olmaz mı? Tabii işin içinde birilerine rant kazandırmak yoksa. New York’ta beni en çok Harlem bölgesi hayal kırıklığına uğrattı. Hırslı beyaz adamlara inat kurulan bu siyahların mahallesi benim için isyanın sembolüydü. Mahalleyi gezerken, o isyanın izlerini göremedim. New York’ta yaşayan bir dostuma göre çok değişime uğramış mahalle. Sokaklarına ve caddelerine birkaç kafe aç, al sana Nişantaşı. Tabii bir de Harlem Post’ta çalışacak ve kafede pinekleyecek bir Ahmet Hakan bulmak lazım. O nasıl bulunur bilemem. Bir tavsiye de New York’un ışıltılı gecelerine akmak isteyenlere gelsin. Gecesi, ışıltısı, parıltısı güzel olsa da birkaç günlük gezi yapmışsanız öyle her gece kulübüne dalacağınızı sanmayın. Her şeyden önce kapıda iki metre boyunda bir metre eninde siyah elbiseli adamlar “dur” diyor size... Sizin de “hürmetler abi” deyip ufaktan yol almanızda fayda var. New York’tan sonra gittiğim Washington’un en güzel yanı Amtrak treniydi diyebilirim. Gidiş ve dönüşte kullandığım tren güzel bir yolculuk sunuyor insana. Washington ise son derece düzenli geniş caddeleri olan steril ve bir o kadar da sıkıcı bir şehir. Caddelerinde sigara içmek yasak. Belli aralıklarda konulan çöp bidonlarının başında sigara içerken kendinizi aşağılanmış hissediyorsunuz. Yine de nehir kenarında oturup, kano yapan gençleri izlerken, güneşin ve baharın tadını birkaç saat de olsa çıkardım. Toprak ve ağaç kokusunu bu yıl ilk kez o nehir kenarında hissettim. Beş günlük kısa geziden sonra İstanbul’a doğru yol alırken Amerikalılar da sanırım derin bir nefes aldı. Geri dönmemi beklemeyen Taraf’taki arkadaşların ruh halini görünce, üzülmekten başka bir şey gelmiyor elden. Bir 45 yıl daha bekleyecekler gitmem için. İlkeli adamız ne de olsa...
19 Mayıs 2012 Cumartesi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder