18 Mayıs 2012
Hayatımda ilk kez Fenerbahçe-Galatasaray derbisini izlemedim. Benim için sezon 34 maçlık maraton sonunda Galatasaray’ın şampiyonluğu ile bitmişti. Bunun yerine Burgazada’da sakin bir gün geçirmek istedim. Adalar’da Lig TV yayını olmadığı için Ada halkı İstanbul’a akın etmişti. Ada’nın kedi ve köpekleri ve temiz havasıyla dolu harika bir gün geçirdikten sonra, Kadıköy’e gelmek için 20:30 vapuruna bindik. Vapur Kadıköy’e vardığında, maç biteli 15-20 dakika olmuştu. İskele Meydanı’na akın ediyordu sarı-lacivertli taraftarlar. Sloganlar ise birbirinden değişikti. En tehlikelisi ise “kırmızı giyenin anasını si...” diye başlayan slogandı. Bir an kendi üzerime, eşim ve kız kardeşinin giysilerine baktım. Hiçbirimiz kırmızı renk giysi giymemiştik. Bilinçli bir tercih değildi aslında –ki severim kırmızı rengi. Taraftarların öfkeli bağrışları arasında sokağa girdiğimizde rahat bir nefes alarak eve doğru yürümeye başladık. Evin yakınında bir tekel bayii var. Genç bir çift işletiyor. Küçük büfelerinde sürekli FB TV açık olur, Fenerbahçe ile ilgili her haberi izlerler. Sigara almak için içeri girdiğimde kadın hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Göz göze geldik, “Biliyorsun fanatik Fenerbahçeliyim” dedi. “Bu şampiyonluğu çok istemiştik, olmadı” diye devam etti. Hiç cevap vermeden dışarı çıkarken arkamdan seslenerek “Şampiyon olduğunuz için seni tebrik ederim” dedi. Biliyordu Galatasaraylı olduğumu komşum...
3 temmuzda başlayan şike ve çete operasyonu futbolumuzdan çok şeyler götürdü. Ama bunlardan daha da önemlisi adalet inancımızı yerle bir etti. Kendimi mahkeme ya da yetkili kurumlar yerine koyarak operasyon sonrası yargılananları peşinen suçlu ilan edecek değilim. Sonrası yaşanan süreçte öyle garip kararlar alındı ki insanları asıl öfkeye sokan bu oldu. Karşılıklı dalga geçen, espri yapan taraftarlar birbirlerine adeta düşman kesildi. Kimse futbolun güzelliklerinden bahsedemez oldu. Bir takımı tutmanın yarattığı coşku insanlarda öfkeye dönüştü. Bunda etkisini yitiren gazetecilerin katkısı büyük oldu. Bir dönemin kudretli gazetecileri Fenerbahçe üzerinden güç arayışına girdiler. Ortaya “itaatsiz”, “boyun eğmeyen” gibi kavramlar çıkardılar. Öncelikle şunun altını çizmekte fayda var, bir çocuk Marx okuduğu için Fenerbahçeli olmaz. Alex’i seyrettiği için olur. (Ayrıca solcularının çok az bir kısmının dışında Marx okuduğunu sanmıyorum. Ama konu bu değil.) Aynı aileden Fenerbahçeli, Galatasaraylı, Beşiktaşlı ya da başka takımı tutanlar var. Özellikle üç büyük takımı tutmanın ne etnik ne dinî inanç ne de siyasi görüşle uzaktan yakından ilgisi vardır. Sadece biz tuttuğumuz takıma kendi düşüncelerimiz ölçüsünde anlam yükleriz, bu da kendimizden başkasını bağlamaz. Türkiye neyse bu üç takım da odur.
Bu süreç içinde insanların adalet duygusunu yok eden ise, birbiri ardına değişen kanunlar ve kararlar oldu. Sporda Şiddet Yasası daha bir yılını doldurmadan, içi boşaltılarak işlevsiz bir halde Meclis’ten iki kez geçirildi. Şike yapan takımın küme düşmesini sağlayan 58. Madde herkesin gözü önünde değiştirilip, küme düşme kaldırıldı. Yedi ay arayla birbirinden çok zıt çıkan aynı kurulun hazırladığı Etik Kurulu Raporu’nu saymıyorum bile. Bir takımı ya da takımları kurtarmak üzerine yapılan bu ilkesiz değişiklikler, futbolu kurtarmadığı gibi iyice dibe çekti. Siz iktidar olarak kendinize denk gelsin diye bir ihale kanununu 18 kez değiştirebilirsiniz, kimsenin umurunda bile olmaz. Hatta fark etmezler bile bu değişikliği. Ama insanların her şeyin üstünde tuttukları takım tutma duygularıyla oynarsanız işte o zaman yıkarsınız herkesin içindeki adalet inancını. Öyle de oldu. Bu koşullar altında yayıncı kuruluşa kıyak çekilecek diye uydurulan Play-off sistemini devreye sokarak, insanlara futbolu kurtaracak formül olarak sunarsınız sunmasına da bunu kimse yemez. 12 mayıs akşamından bu kadar az hasarla çıktığımız için gerçekten de sevinmeliyiz. Bunun tam tersi de mümkündü. Fenerbahçe kendi sahasında Galatasaray’ı yenip şampiyon olabilirdi. İşte o zaman asıl korkulan olurdu. Kadıköy’de yaşanan olayların tam tersi Taksim’de, Mecidiyeköy’de, Florya’da daha şiddetli yaşanırdı. 12 mayıs gecesi futbol tamamen dibe oturmuştur. Avrupa kupalarından ihraç olasılığını da göze alırsak, bundan daha kötüsü artık olmaz. Futbolu bulunduğu çukurdan çıkartmak için bize kendi parasal güçlerini takımlar üzerinde test edip, güç ve para kazanmak isteyen yöneticiler gerekmiyor. Bize yılın futbolcusu ödülünü almak için gittiği bir okulda Fair-play ödülü alan Jokey Erhan Yavuz’u örnek gösteren Alex gibi futbolcular gerekiyor. Erhan Yavuz kazanacağı yarışı rakibi tehlikeye sokacak diye bırakmış, ikinci olmuştu. “Sahalarımızda da bu hareketleri görmek istiyoruz” demişti Alex de Souza. Alex gibi sahada terini akıtıp rakibine saygı duyan insanlar sayesinde soğuduğumuz futbolu yeniden sevebiliriz. Yeni bir başlangıç yaparak sevmek istiyoruz çünkü...
19 Mayıs 2012 Cumartesi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder